23 Kasım 2020 Pazartesi

  Tütüncü Çırağı - Robert Seethaler - Mini İnceleme

  Bir hafta evvel eksiğiyle fazlasıyla neyse ne deyip çok fazla bir beklentim olmadan giriştim Freud dizisine, dizi zaten bizi ancak dönemsel ve Freud kimdir nedir kadar aydınlatabilecek çapa sahip, doğru mu bilgiler veriliyor bu da tartışılır fakat kesinliği olmasa da bir şekilde konuşulan şeyler üzerine ilerlemiş hikaye, zaten Freud üzerine çokça düşmüş, biyografisine ve alana meraklı biriyseniz karşınızda sizi aydınlatan, şaşırtacak şeyler bulamayacaksınız. Demem o ki çok fazla bilinçaltı, ego, psikanaliz üzerine derinlik bulamayacağız burada. Öte yandan dönemsel, sosyokültürel ufak öğretiler mevcut. Örneğin Kiss karakterinin bir bölümde belirttiği "şehirde ki adamların yarısının yüzünde bir çizik olması" savaşın ortaya koyduğu toplumsal sonuçlardan biri.


İşte aynı konunun üzerinden Tütüncü Çırağı'nda da geçiliyor. 1937'den 1945'e kadar geçen bir dönemi kapsıyor kitabın zamanı. 1938'de Almanya'nın Avusturya ilhakının gerçekleştiği bu dönemde genç Franz kendini, aşkı ve çevresinde akan hayatı anlamlandırmaya çalışıyor. Aynı zamanda Freud'la tanışıyor, her ikisi de birbirinde dikkat çekici şeyler bularak aralıklı sohbetlerini sürdürüyorlar fakat Freud'un bir Yahudi olması ve ilhakın ardından artık ülke, her yerde "çok yaşa Hitler" şeklinde selam verilecek kadar nasyonal sosyalistlere bulandığı için ikilinin yolları ayrılıyor. Freud o dönem birçok Yahudi gibi ülkeden ayrılmak zorunda kalıyor. Roman dönemi niteleyen konjonktürel birçok şeyi ifade etmiş, bu anlamda açıkta kalacak, eleştirilecek bir yönü olduğunu düşünmüyorum. Yalnızca artık Hitler dolaylarında ki her şey fazlaca konuşulmuş, ekranlaşmış olduğu için artık iyi olan şeylerde bayağı gelebiliyor, okurken sadece bundan kaynaklanan bir sıkılma dürtüsü oluşabiliyor bunun dışında çok akıcı, merak uyandıran bir hikaye mevcut.

Bu mini incelemenin yanında kitabı okurken öğrendiğim yeni şeyleri de not olarak eklemek istiyorum:

Polka: Bir tür Çek Halk dansıdır, 19. yy'da yaygınlaşarak birçok ülkede kendini göstermiştir.

Snaps: Bir yemek sırasında içilen güçlü bir alkollü içeceğin küçük bir atışını ifade eden Danca ve
İsveççe bir kelime.

Soziler: Nasyonel Sosyalistler için kullanılan Naziler terimi gibi sosyalistlere de aşağılayıcı anlamda kısaca Soziler deniliyor.

Aberasyon: Normalden sapma, sapış, gözle ilgili bir terim. (tıbbi aynı zamanda)

" Ut desint vires, tamen est Laudanda voluntas" : Çok konuşanın genellikle söyleyecek az şeyi olur. 

Dachau: Münih yakınlarında Dachau kentinde Nazi Almanyası'nın ilk toplama kampıdır.










5 Haziran 2020 Cuma

Afganistan'da Yaşama Hakkının İhlallerine Dair..

Afganistan'da Yaşama Hakkının İhlallerine Dair..

  Bu yazıda Afganistan’ın yaşama hakkına dair ihlallerin nasıl gerçekleştiği birçok örnekle sunulacak ve ihlalin gerçekleşmesini etkileyen faktörlere değinilerek, ihlallerin nasıl meşru hale getirildiği incelenecektir. Afganistan otuz yılı aşkın bir süredir yaşama hakkının ihlaline sebep olan birçok koşulla yüz yüze gelmiştir. Ülke, konumundan dolayı işgale maruz kalmış aynı zamanda kendi içindeki iç savaşla birlikte altyapısındaki tahribat, çevresel bozulmalar giderek artmıştır. Diğer tüm hakların temelini oluşturan yaşama hakkı ise ülke içinde oluşan askeri operasyonlar, tarafların tutarsız kıyımları, özellikli bir kitleye dayanmadan sivil hayatını tehlikeye atan ve birçok insanın yaşamına son veren neticelerle ihlal edilmektedir. Düzendeki bozulmalar domino taşı gibi bir diğerini getirmiş ve şiddetli iktidar değişiklikleri, düşmanlıklar ve güvensizlikler ülke genelinde yaygın kanunsuzluk, işsizlik, endemik yoksulluğu ortaya koymuştur.
 Bunun yanı sıra para ile adam tutma, silah taşıma geleneği, namus, şeref anlayışı gibi toplumsal nedenlerle oluşan devlet otoritesinin zayıflığı mevcut hukuk düzeninin kişi olarak tanımladığı her bireyin doğumundan itibaren elde ettiği yaşama hakkını, fiziksel varlığının sürdürebilmesinin önüne geçmiştir. Ülke içindeki taraflar ise bu ihlallere dair bir araştırma gerçekleştirmemiş ve ortaya bir çözüm koymamıştır. Bu ihlallerden ise en fazla toplumda korunmasız olarak görülen engelli bireyler özellikle engelli kadınlar etkilenmektedir.
 Ülkedeki savaşın etkilerinden biri ise savaşın mağdurları olan engelli bireylerin sayısının giderek artması olmuştur. Afganistan’da diğer ülkelere kıyasla engelli birey sayısı çok fazladır fakat devlet için toplumdaki bu bireyler önem arz etmemektedir. Afganistan basit sağlık problemlerine dahi çözüm getirmekte oldukça yetersizdir, engelli kadın vatandaşlar engelli olduklarına dair belge almak istediklerinde çirkin tekliflerle, sözlü tacizle ve ayrımcılıkla karşılaşabiliyor, hakları olanı alabilmek için bir bedel ödemeleri isteniyor ve bu devlet kurumlarında çalışanlar için meşru bir durummuş gibi algılanıyor. Cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan kadınların yanında engelli kadınlar bu ayrımcılıktan daha fazla etkilenen gruptur, savunmasız görünen bu grup toplumsal alanda çeşitli şiddetlere maruz kalmaktadır.
 2012 yılında Afganistan, Engellilerin Hakları Sözleşmesi'ni ve Opsiyonel Protokolünü onaylamasına rağmen engelli bireyler yaşam haklarını tamamıyla elde edecek, hayatlarını kolaylaştıracak iyileşmelerin ve devletin sağlaması gereken sosyal ihtiyaçların birçoğundan yoksundur, ulusal kimlik kartı edinmedikleri takdirde oy kullanamazlar, kimlik kartını elde etmek istediklerinde ise engellerle karşılaşırlar. Öte yandan engelli çocukları olan aileler tıbbi yardım isterse tedavi için ek ücrete tabi durumdadırlar. Engelli bireylerin özellikle kadınlar ve kız çocuklarının yaşama hakkı oldukça kısıtlıdır. (Disability Is Not Weakness, 2020)
 Afganistan’da insanların birbirlerinin yaşama haklarına taciz ettiği bir diğer durum ise kırsal kesimlerde gerçekleştirilen kadınla ilişkilendirilen namus kaybetme ve kazanmaya ilişik olarak öldürmeyi meşru gören kan davalarıdır. Kendi içinde kuralları olan bu kan davası, tarafların intikam anlayışı ve kurallar itibariyle ölümler konusunda bir devamlılık getirmiştir, bir nevi kısır döngüye sahip olan bu davalarda hukukun müdahalesi para karşılığında engellenebilmektedir. Suçluların elde ettiği bu imkan bir yandan yolsuzlukları devam ettirirken bir yandan da yaşamların devamlı bir tehdit altında olduğunu göstermektedir. Kan davalarında çözümün bir yolu ise ailelerin bu bedeli ödemek için kendi ailelerinden bir kadını karşı tarafa rızası sorgulanmadan gönderilmesi şeklindedir. Bu durumda kadının yaşam özgürlüğü elinden alınmış olup bazı zamanlardaysa bu eylemler kadınların intiharıyla sonuçlanabilmektedir. Kan davalarınca bireyin kendi özgürlüğüne bağlı olan bazı davranışları sergilenmesi yanlış görülür.  Örneğin bir kadınla bir erkeğin nikâhsız cinsel birlikteliği bu kan davalarının sebepleri arasında yer alır ve cezalandırılmalıdır, olay taraflarca ölüm sonuçlu olarak çözülmeye çalışılmıştır. Afganistan’da hukuk kuralları gereğince kan davaları hukuk dışı (extralegal) alanda meydana gelen kavgalar olarak görülmüştür. Dolayısıyla böyle bir olayı deneyimleyen bireyin, yaşam ve özgürlük güvencesi için devlete olan güveni şüpheli durumdadır. Bu ülkede şu sözler bireyin yaşam özgürlüğü adına söyleyebileceği şeylerdir; (Akyüz, 2019)
Her özgürlüğün ucunda bir yargı vardır, işte özgürlüğün son derece ağır bir yargı olması bundandır. (Camus, 2014)
 Yaşam hakkının ülkede ihlallerine giden yolda belki de en öne çıkan etken ise Taliban’ın varlığıdır. Bu grubun ortaya koyduğu İslami radikal ilkeler, toplumda koyu bir zıtlaşmayı ve suçlu aramayı beraberinde getirmiştir. Taliban yüzlerce sivili öldüren ve yaralayan ayrım gözetmeyen araçlar kullanmıştır. Bu İslami grup farklı işbirlikleriyle ülkede kendi varlığının çıkarlarına zıt giden her konuda şiddetini göstermiş, farklı köy ve eyaletlerde siviller üzerinde katliamlara sebep olmuştur. Örneğin seçimler esnasından birçok kişinin can güvenliğini tehdit eden açıklamalarda bulunmuşlar bunun yanı sıra seçim zamanlarında birçok ölüm sonuçlu saldırılar gerçekleştirmişlerdir. Ülke içinde farklı yıllarda egemenliğini genişleten Taliban’ın 11 Eylül olaylarından sonra hızı kesilmemiştir. Afganistan’da fiziksel yaşama özgürlüğünün ciddi oranda yoksun bırakılması bu grubun faaliyetlerine dayanmaktadır. (Anbarlı Bozata & Meriç)
 Yaşanan bu ihlallere spesifik olaylar bakımından baktığımızda çok yakın bir zamanda gerçekleşen bir diğer olayın doğrudan yaşam hakkını etkilediğini görürüz: 12 Mayıs 2020 tarihinde Kabil’de bir hastaneye silahlı saldırı yapılmış, bu saldırıda 13 sivil ölmüş ve 15 kişi yaralanmıştır, üstelik bu durum bütün dünyanın pandemiyle mücadele ettiği bir süreçte gerçekleşmiştir. Bu saldırı hastanede farklı çalışma alanlarındaki kişilerin ve hastaların hayatlarını tehdit etmiştir, bu gibi olaylar 2017 yılından itibaren Afganistan’da hız kazanmıştır. (Afghanistan: Attack on Hospital a War Crime, 2020)
 Bir diğer örnek ise yalnızca Afgan hükümetini ve yabancı askeri tesisleri hedef aldığını iddia eden Taliban’ın yüzlerce sivili öldüren ve yaralayarak ortaya koyduğu ölümcül olaydır. 28 Ocak 2018'de Kabil'de Taliban’ın ambulansla gizlenmiş bomba arabası 100'den fazla kişinin ölümüne sebep olmuştur.  Yine aynı şekilde 30 Nisan'da Kandabar kentinde NATO konvoyuna yapılan saldırı, yakınlardaki okulda bulunan 11 çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Ayrıca Taliban'ın, Helmand eyaleti Lashkar Gah'taki bir spor tesisinin yakınında, 23 Mart'ta 15 sivili öldüren ve 40 kişiyi yaralayan bir bomba arabasından da sorumlu olduğu düşünülüyor. (Afghanistan Events of 2018, 2019)
 Ayrıca Sünni radikal İslami grup Taliban’ın, ülkenin %9-%15’lik bir kısmını oluşturan çoğunluğu Şii inancına sahip Hazaralar’ın da yaşam haklarına müdahale ettikleri görülmektedir. Örneğin bir Alman mühendislik firmasının tavsiyesi ile devlet Hazara nüfuslu bölgeden geçecek şekilde büyük bir elektrik projesi hazırlamıştı, TUTAP adlı bu projenin güzergahının değiştirilmesi Kabil’deki Hazaralar tarafından büyük bir tepki uyandırdı. Böyle bir değişimin neticesinde Hazaralar elektrikten yararlanamayacaklardı. Hükümetin kararı Kabil'de protestoları başlattı. Bu protestolara ise Daesh'e bağlı olduğu bildirilen teröristlerin saldırısı gerçekleşti, bu saldırılarla birlikte tamamı Hazara olan yaklaşık olarak 500 sivil hayatını kaybetti. (Hakimi, 2018) (Hazara people march on Kabil in power line protest, 2016)
Afganistan’da yaşama hakkının ihlaline dair en öne çıkan olaylardan biri de 2015 yılında Kabil’de gerçekleştirilen Farkhunda Malikzada’nın farklı işkence türlerine maruz kalarak olayın yaşandığı yerde bulunan erkekler tarafından saatler içinde öldürülmesidir. Olay şu şekilde gerçekleşmiştir: Farkhunda Malikzada, Shah-e Du Shamshira camisinin bekçisinin sattığı muskaların dinle ilgisi olmadığını ve bunların hurafe olduğunu belirtti, bunun üzerine bekçi “kız Kuran’ı yaktı” şeklinde bağırmaya başladı, sonradan bunun bir iftira olduğu ortaya çıktı. Bu noktadan sonra bir grup erkek taşlarla, sopalarla ve ayakları altına alarak Farkhunda’ya saldırmaya başladı, kalabalık giderek büyüdü. Erkekler “öldür onu” nidalarıyla önce linç ettiler, sonra yoldan geçen bir arabanın altında Farkhunda’nın bedenini ezdiler ardından nehir kenarına atarak yaktılar, bu olayları kayıt alarak sosyal medyada paylaştılar. Bu olaylar bir kentin merkezinde ve “radikal olmayan” bir grup tarafından gerçekleştirildi, polis müdahalesi ise asgari boyuttaydı. Olay yerinde bulunan polisler ve linçi gerçekleştiren kişiler idam, hapis cezaları ile yargılandılar. Olay uluslararası basında büyük çapta ses getirdi, aynı zamanda işkence etmekten zevk alan toplumdaki erkeklerin aşağılık hissini ortaya koydu. Bu olay Afganistan’ın özellikle kadınların yaşama hakkına olan sorumsuzluğunu ve ihmallerini aynı zamanda toplumumun yozlaşmasını göz önüne sermektedir. (Farooqi, 2018)

Kaynakça

Afghanistan Events of 2018. (2019). Human Rights Watch: https://www.hrw.org/world-report/2019/country-chapters/afghanistan adresinden alındı
Afghanistan: Attack on Hospital a War Crime. (2020, Mayıs 12). Human Rights Watch: https://www.hrw.org/news/2020/05/12/afghanistan-attack-hospital-war-crime adresinden alındı
Akyüz, M. (2019). Afgan Erkeğinin Kan Davası Algısı. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 12(62), s. 722-729. http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt12/sayi62_pdf/4sosyoloji_psikoloji_felsefe/akyuz_mesut.pdf adresinden alındı
Anbarlı Bozata, D., & Meriç, İ. (tarih yok). Afganistan'da Şiddet ve Terrörün Toplumsal Arka Planı. Akademik Orta Doğu Araştırmaları Dergisi(14). http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu14makale/deniz_anbarli_bozatay_ismail_meric.pdf adresinden alındı
Camus, A. (2014). Düşüş. İstanbul: Can Yayınları.
Disability Is Not Weakness. (2020, Nisan 28). Human Rights Watch: https://www.hrw.org/report/2020/04/28/disability-not-weakness/discrimination-and-barriers-facing-women-and-girls#page adresinden alındı
Farooqi, S. (2018, Aralık 29). Misogyny and Lawlessness in Afghanistan: The Women's Fight for Equal Rİghts. Journal of Civil Rights and Economic Development, 32(2). https://scholarship.law.stjohns.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1825&context=jcred adresinden alındı
Hakimi, M. J. (2018, August 31). Forum: The ICC and Afghanistan- Time to End Impunity? Yale Journal of International Law. http://www.yjil.yale.edu/forum-the-icc-and-afghanistan-time-to-end-impunity/ adresinden alındı
Hamidi, S. (2018, Aralık 13). Human Rights for a Stronger Afghanistan. Amnesty International: https://www.amnesty.org/en/latest/news/2018/12/human-rights-in-afghanistan/ adresinden alındı
Hazara people march on Kabil in power line protest. (2016). The Guardian: https://www.theguardian.com/world/2016/may/16/hazara-people-march-on-kabul-in-power-line-protest adresinden alındı



8 Aralık 2019 Pazar


Samir Amin Kimdir?

Who is the Samir Amin? And Arap Spring Assessment 

Samir Amin, şu aylarda ölümünün  ardından 2 yıl geçmiş diyebileceğimiz Mısırlı-Marksist eleştirmen ve ekonomist. Kendisi Kahire'de doğmuş, Paris'te vefat ediyor.

Samir ekseri "Eurocentrism terimi" ile tanınıyor fakat benim kendisi hakkında değineceklerim biraz daha farklı konular, aslına bakılırsa yüzeysel olarak farklı gözükse de sistemi görebilen ve yorumlayanların hakkındaki her şey bir noktada birleşebiliyor. 

Amin Samir ismine geçenlerde okuduğum Emre Kongar'ın "ABD'nin Siyasal İslam'la Dansı" adlı güzel kitapta rastladım, Ortadoğu'da hayata başlayıp (belki kısmen) daha sonrasında Avrupa düzeni içinde hayatını geçirmiş birinin gözlemleri ve araştırmacılığı sanki daha dikkat çekici değil mi? 

Aslında konunun özü biraz daha Arap Baharı ve bölge ülkeleri eğilimli, Kongar'da kitabında buna değiniyor, Samin'in Arap Baharını nasıl değerlendirdiği..

Samin, Arap Baharını tek bir nedene bağlamayı kolaycılık olarak buluyor ki tüm bu ülkelerde olan ayaklanmalar için sabit belirli maddeler sıralandı neredeyse tüm kaynaklarda, Batı bu bölgede belirli hedeflere sahipti ve olaylar bu yüzden gelişiyordu.

Tunus'ta bir gencin kendini yakmasıyla alevlenen ayaklanmalar dizisi olarak tanımlanan Arap Baharı aslında Latin halklarını yirmi yılı aşkın bir süredir elde ettiği bir deneyim, halklar kapitalizm zehirli dalgasından uyanmaya ve silkinmeye çalışıyor, kendini liberalizm, emperyalizm, neoliberalizm olarak sahaya farklı yüzlerle defalarca koyan bu sistemin insanları tabaka tabaka ayıran yakıcı hissine karşı geliyorlar. Bunları koruyan kollayan, ekmeğini yiyen, halkın ekmeğini çalan otokrasilerine,  diktatörlerine direniyorlar, genelde antikapitalist bir hareketi canlandırıyorlar.

Öte yandan kapitalizmin çöktüğü vakit, yeniden ortaya çıkan şeyin ne olacağı şüpheciliği de ifade ediliyor, tahmin edilenin yani sosyal bir devletin, sosyalizmin kamu sübvansiyonlarının halka sunulduğu bir sistemin geleceğinin garantisi yok, aksine gelen sistem antikapitalist dahi olmayabilir. Öyle ki dünya düzeninde bazen en sıkı sosyalistler bile kapitalist bir devletin en iyi yöneticisi olabiliyorlar.
Güçlenmekte olan bu gibi süreçlerin birde önlerine set çekildiği kısmı var, ABD'nin projeleri bu halk uyanışlarını nasıl yok ederiz odaklı, Samin'de bu noktada Siyasal İslam'ın nasıl kullanıldığına dikkat çekiyor, aslına bakılırsa örneklerini kendi ülkemiz genelinde de görebileceğimiz çok temel bir konu.
Bölge ülkelerinde örnekleri ise Mısır'da ortaya çıkan Vahhabizim, birçok hakkın bölgede Müslüman Kardeşlere devredilmesi gibi..vb birçok şey sıralanabilir.
Samir genel anlamda seküler bir bütünleşme hareketi olmadığı müddetçe bölge ülkelerinde bir refahı öngöremiyor, daha doğrusu bu ayaklanmaların başarıya ulaşacağı konusunda şüpheli, bir diktatörün bir diğerine yer verdiği ayaklanmalar bir şey ifade etmiyor. 

Şu alıntıyla yazıyı sonlandıralım;
"Arap Baharı" ya da başka hareketler, siyasal rejim açısından dini dogmaları aşmadıkları, sekülarizme ya da laikliğe yönelmedikleri sürece başarısız kalmaya mahkumdur. 

Elbette bu son alıntı yeni bir yazıyı kapsayacak kadar tartışmalı bir görüş yaşadığımız bu bölgede...



















25 Nisan 2019 Perşembe


no women no cry

  yes women yes dancing/singing



kadınlar..
kadınlar..
kadınlar..
Buraya ne feminence, ne de radikalce yazıyorum. sadece son zamanlarda dikkatimi çeken iki cesur kadından bahsetmek istiyorum. Çünkü görüyorum ki bu kadınlar demokrasiye, haksızlığa karşı olan davaya inanan ve bunu seslendirebilen türden bir ilham kaynağı olarak bizlere örnek olabilirler.

O zaman ilk olarak Alexandria Ocasio Cortez'den bahsedelim.

Kendisi son zamanlarda Amerikan siyasetinde oldukça ses bulmuş bir kadın. Onu ön plana çıkaransa gerçekten diğerlerinden farklı bir siyasetçi olması, her şeyden önce oldukça genç bir kadın, bünyesinde olduğu demokratların temsilciler meclisinde ki en genç kadın hatta. 29 yaşında ve kendini halktan biri olarak tanımlıyor. 2018 yılında siyasete katılmaya karar veriyor..
Adaylığını koyduğu 14. bölgede 20 yıl boyunca kazanan Joe Crowley'i %57 oyla geride bırakarak girdiği ilk yarışın galibi oluyor, bu seçim yarışında ise kesinlikle kıyaslanmayacak şey; adayların topladıkları kampanya paraları.. Cortezinkiler Crowley'in yanında oldukça sönük ve bireysel yardımlardan oluşuyor. Bu durumda Cortez'in bizi büyüleyen karakteri, azmi ön plana çıkıyor. Bu seçimde sokak sokak gezerek kendini tanıtıyor, salt bir emek karşılığı aslında. Kendisi de bu galibiyetin büyük bir mücadele  olduğunu twitter hesabından seçim döneminde giydiği yırtık ve eskiyen ayakkabılarını paylaşarak anlattı. 
"Tabanlarıma yağmur suyu girene dek kapıları çaldım."

Aslında Cortez'in kendi hayatındaki zorluklar onun bu mücadeleci kişiliğinin bir dönütüydü. Üniversitenin ilk yıllarında babasını kaybetmiş, annesiyle birlikte temizlik işleri yapmışlardı. Kendisi yakın bir zamana kadar da barmenlik ve garsonluk yapmıştı. 

Ardından Cortez karşısına çıkan Anthony Pappas'ı da yenerek parlamentoya girdi. Evet burada da kendisiyle ilgili birtakım karalamalarla karşılaştı. Öğrencilik yıllarında ki dans ettiği videosu yayınlanmış ve eleştirilmişti. İşte buradaki eleştirilere karşı olan cevabı ise manidardı. Kongredeki ofisine mini bir dans ile giriş yaptı, işte bu yüzden başlığımız ne diyor : Yes Women Yes Dancing!
Peki Cortez neler söylüyor/ yapıyor ?

  • Zenginler vergi vermeli, Amazon'un yatırımcısı biz (devlet) olamayız. 
  • Legal yoldan para kaçıranlara, -apple'da dahil- usulsüzlüklere karşı çıkıyor.
  • Mecliste dillendirdiği yolsuzluk oyunu (corruption game) ile çarpıcı bir konuşma yapıyor.
  • Zenginin zenginleştikçe, fakirin fakirleşmesine karşı çıkıyor.

Alexandria Ocasio Cortez'i eleştirenler ve ezik popülizmi yaptığını söyleyenler bir yana bence oldukça umut vadediyor..
Not: Bir öneri olarak ta seçimlerde kadınların mücadelesini anlatan ve 1 Mayıs'ta yayınlanacak Netflix belgeseli " Knock Down The House" kendisini buraya bırakıyorum. Elbette içinde Cortez'de var :)

O zaman gelelim Alaa Salah'a

Salah Cortez'den oldukça farklı, öncelikle kendisi bir siyasetçi değil. 22 yaşında genç bir mimarlık öğrencisi. Onu ön plana çıkaran, adını bizlere kadar getirense ülkesinde yani Sudandaki 20 yıllık Beşir yönetimine karşı olan devrim hareketleri.

 Sudan'da son yıllarda baş gösteren işsizlik, yolsuzluk gibi nedenlerden halk oldukça zor durumdaydı. Aslına bakılırsa Beşir bir darbe ardından başa gelmiş ve halk tarafından desteklenen bir liderdi, kendisinin ülkeyi Amerikan baskılarına karşı koruduğunu söylüyorlardı fakat halk ağır ekonomik şartlar altındaydı ki, düşen para değeri için birkaç yılda bir  birim değiştirmişler, ekmek fiyatları 1 cüneyhten 3 cüneyhe kadar çıkmıştı. Para piyasalarındaki dalgalanmalar her zaman olduğu gibi en çok halkı etkilemişti, piyasada para yoktu. Elbette bunda Sudan'ın yıllardır Amerika ambargosu altında olmasınında etkisi vardı. Halk bu durumda Beşir önderliğinde bir değişim hareketi bekledi fakat yanıt gelmedi. Beşir sahaya çıkıyor ve Ohal ilan ediyordu. Böyle olunca isyan kaçınılmaz hale geldi. Savunma bakanı ise El-Beşir'in devrildiğini açıkladı.
Halk uzunca bir süredir sokaklarda ve başı kadınlar çekiyor. En dikkat çekeni ise Alaa Salah, üzerinde beyaz örtüsü, dilinde şarkısı, şiiri bir arabanın üzerinde.. Bizlere diyor ki;  "Kurşun öldürmez, öldüren şey insanların sessizliğidir." Aynı zamanda bu bizlere yalnızca bir bireyin dahi ülkesi için yaptığı fedakarlığı böylesi duyurabileceğini ve günümüz koşullarının bunun önünü açtığını görüyoruz. Belki de "beyaz gelin" olarak onu bu hareketlenmelerde görmeseydik ve bir simge haline gelmeseydi, Sudandaki devrim kadar ciddi bir gündemden bu kadar detaylı haberdar olamayacaktık. Umarım kendisini bir vatansever olarak tanımlayan ve Sudan için iyi şeyler düşleyen Alaa Salah ve tüm Sudanlılar yakın zamanda istedikleri şekilde refah bulurlar..



















4 Eylül 2018 Salı

Kim Olacağım'a Taşınıyorum

aynalar dünyası-buradaydık 

21 yaşımdan kim olacağıma taşınıyorum, aynalar dünyasında ben’i gördüm. ne ile bir ceylan yavrusu olduğuma dair. hiçbir şey lüks değildi.
kendini tanımanın öyle bir lezzeti var ki,
yapabileceğinin hayalini kurmak satılık olacak, bu haberi veriyorum. insanlar birbirlerinin hayallerinin hangisinin satılık hangisinin kendilerine ait olduğunu anlamak için bin bir türlü sistem geliştirecekler. hayal satıcılar avcılardan kaçıyor olacak.
sevgililer çalıntı hayal kavgasından ayrılacak, birbirlerine küçümseyerek bakacaklar.
gerçekleştirme adına her şeyin yapıldığı dünyada..
kim olacağıma taşınıyorum. insanlara en değersiz gelen şeyleri bile kendi isteğime göre yerleştirince mutlu oluyorum, bir yerden alıp bir yere koymak optimistlik değildir. aksi ise yavaş yavaş sizin bütün karar verme özgürlüğünüzü ele geçirir. hızlı hızlı değil.
nasıl oluyor da bunu anlamak için çırpınıyoruz, her şeylerin ortasında. nasıl oluyor da anlamıyoruz.
çünkü her şey, her şey olmamalı. nasıl her birimiz bu çokluğun içinde iğne atsan düşmezin içinde bu kadar kaybolduk bilmiyorum, insani şeyler yüzünden.
su bile yavaş akarken sinirleniyoruz, hızlı aktığında hepsine birden sahip olamamak can sıkıyor. hani şu asansörün en çok basılan düğmesinin 0 olması beklenirken kapama düğmesi çıkması gibi.
her yere ama her yere kırmızı tabelalarla “dur biraz, düşün sadece” yazıp assak ne olacak. doğasının dışında olmaya yöneltmek, olduruyormuş gibi gözüküp onu alışıldık hale getirmekten başka bir şeye gidemiyor. yani diyorum bu tabelaları birileri sökecek, renkleri solacak, herkes yanından o kadar hızlı geçecek, geriye dönüp bakmak istemeyecek düzeni bozup dikkat çekmek zor.
düzeni bozup bunu yapmak pahasına… benim insanlarım merhaba hoş geldiniz. Yo yo bu bir paradoks değil.

-Stavros Lantsias/ The Waltz of the Eyes
-Yann Tiersen/ Penn Ar Roch




2 Haziran 2018 Cumartesi

L’homme de la nature et de la vérité Olsak Da Yeter Mi ?




varlığımız adına düşünelim, olağanca halini de alıp götürmüş diğer hissi vukuatları da ele alalım çünkü diğerleri olmadan bu yazıya başlayamazdık, demem o ki bizi biz yapan serde bir şeyler var
 ki serde olmayan bizi herkesle aynı yapanlar dışında; mesela somut anlamda bile..

serçe parmağını bir şeyler anlatırken diğer parmaklarından ayrı tutanlar,
düşünürken tırnaklarını dişlerinin arasına sıkıştıranlar,
sinirlendiği an gözünü seyirtenler,
huzursuzlanınca boynunu öne atanlar,

ve sadece bunlar ortak bir grubun benzeştikleri, sadece bir grup. tamam hepimiz özeliz ayrıyız, farklıyız. tamam reklamlarda bu sıra buna çalışıyor. tamam bunların hepsi insana biricikliği hissettiren o yegane insan olmaklık.

tamam da o zaman sorun ne ?

sorun diğerleri, başa çıkmaya bile çalışmadığımız, başımızdan savurduğumuz, göz ardı ettiğimiz, taş olsa üst üste bırakmadığımız diğer hisçiklerimiz. torbamızda ite kaka zor yer açtığımız mesela haksız olma durumumuz, vicdanımız, yetinmekliğimiz, saygıyı abartmış olmaklığımız, zaman geçtikçe artacak olan upuzun bir liste bu aslında. dur demeye yeltenecek başta yirmibirinci yüzyıl ikibinonsekiz yılı ve gençliğimiz olmak üzere kimsenin cesareti yok. artık herkes yaratıcı bahaneler üretebilcek kadar dizi izliyor, artık herkes hayalgücünü buna çalıştırıyor.

biraz aptal olsak, biraz da geri ye dönsek, ama hani baya geriye..
kapitalin malı kapıp götürüp almadığı o yerlere* -cem karaca\ raptiye rap rap-
belki de o zaman daha az yokuş çıkmak zorunda kalırız, erdemler diye bahsettiğimiz başlıklardan daha uzakta kalmayız, iyiyle kötünün her'in ruhumuza yüklediği sorumlulukları ırk ayrımı yapmadan alırız omzumuza. belki de daha çok yüz yüze bakar oluruz. iyilik yapmaktan dahi çekindiğimizi kimseye açamıyoruz içimizde, belki bunu iyileştiririz, yanı sıra iyilik kabul etmeyi de alırız haznemize. 

aksi olsa yani, ne var ? böylece ziyan olmuş olamaz mıyız bilmem kaç milyon insan gibi. gayet tabi olabiliriz hatta bundan zevk alır hale bile geliriz, dostoyevski'nin karakterleri gibi arsızca dişimizin ağrımasından bile haz alabiliriz. dünyanın deli cennetine döndüğü bir yerse en fazla bir gün eğlenceli olabilir.


vérité' ye dönüp ortaya karışık mı yapsak ?

sürekli ve boşu boşunlıktan sıyrılmak için bir aydınlığa kavuşulduğunda iş bunu dışa yansıtmaya gelince şeyler biraz aşırılığa kaçabilir, işte bu yüzden ortaya karışık her zaman iyidir; ki yapmacıklı temeli iyi inşa edilmemiş ilişkilerin önüne geçsin. tüm başa gelen olumsuzluk ekleriyle çelişsin ama çatışmasın, ses gelsin ama rahatsız olmayalım.. ne istediğimizden geçelim ne istenilenden.